GIDACILARIZ

GIDACILARIZ
NE KADAR GÜZEL GÖRÜNÜYO DEGİLMİ

7 Şubat 2010 Pazar

kaymak

Genel Kaymak Bilgileri
Kaymak sütün yağının yoğunlaştırılmasıyla elde edilir. Kaymak sütten veya kremadan yapılan bal reçel pekmez fındık ezmesi ve tatlılarla birlikte yenilen bir süt ürünüdür.

Kaymak Çeşit ve Farkları
Kahvaltı kaymağı 2 çeşittir...

•süt kaymağı (manda kaymağı yada afyon kaymağı olarak da bilinir.)
•krema kaymağı
Süt kaymağı ve krema kaymağı arasında belirgin farklar vardır.

•Süt kaymağı dayanma süresi 2-3 gündür.
•Krema kaymağının dayanma süresi 7-15 gündür.
•Süt kaymağı fiyat olarak herzaman krema kaymağının 2 katı kadar pahalıdır.
Neden halkımız krema kaymağını tercih ediyor ?
a.Halkımızın krema kaymağını tercih etmesinin sebebi dayanma süresinin uzun olması ve tabiki fiyatının belirgin ölçüde düşük olmasıdır.süt kaymağını aldığında 2 -3 gün içerisinde tüketmesi gerekirken paket olarak yada tepside satılan krema kaymağını daha uzun süre en az bir hafta süre boyunca saklayabilmektedir.
b.Bugün süt kaymağı kg olarak 20 ytl ye kadar değişken fiyatlarda satılmakta iken krema kaymağının kg olarak satış noktalarında 8- 15 ytl arasında ki fiyatlarda bulunabilmesi.
c.Lezzet olarak kimi insanlarımız süt kaymağını iyi bulurken kimi insanlarımızda krema kaymağını daha lezzetli bulmaktadır .aslında herşeyin damak zevkine göre şekillendiğini söylemek daha uygun olur.ve aslında 2 çeşit kaymak ta aynı hammaddeden sütten üretilmektedir.krema kaymağının farkı sütün yağı dediğimiz kremasından yapılmasıdır.
d.Belkide insanlarımızın krema kaymağını seçmesinin en önemli nedeni..süt kaymağı yada halk arasındaki adıyla (afyon kaymağı , manda kaymağı) nın eski döneme göre aslını bulamamasıdır.şimdiki süt kaymaklarının bir çoğu içine krema katılarak maliyeti düşürülmekte ve süt kaymağı niyetine yüksek fiyata satılmaktadır gerçek süt kaymağını bulamayan halkımız dolayısıyla hemen hemen aynı içerikte olan şimdiki süt kaymağı ile krema kaymağı arasındaki farkın pek fazla olmadığı kanısındadır.not:
Günümüzde az da olsa gerçek süt kaymağını yapmakta olanların varlığını da unutmamak lazım.
e.Krema kaymağının manda kaymağına göre daha hafif olmasıdır.
Gerçek süt kaymağının neden üretilemediği sorusuna gelince;
a.Bölgelerde giderek azalan manda yetişiriciliği sebebiyle manda yetiştiriciliğin azalması sonucu manda sütü bulmakta firmaların zorlanması.
b.Kaymak harici sütün değerlendirilememesi 10 kg süt kaymağı yapmak için yaklaşık 125 kg süt işlenmesi gerekiyor yada 100 kg süt kaymağı yapmak için tam 1 ton 250 kg süt işlenmesi gerekli fakat bu işlenen 1 ton 250 kg dan 100 kg süt kaymağı elde edilebileceğinden geriya kalan 1ton 150 kg sütün özelliği kaybolmakta olup ya kullanılamayacak yada harmanlanarak yoğurt yapılacaktır. Fakat sütün özelliği kaybolduğundan yapılacak yoğurttan bir randıman alınamayacağı yani iyi bir yoğurt olmayacağı bilinmektedir. Bu nedenle gercek süt kaymağı yapımı çok maliyetlidir bu yüzden şimdiki süt kaymağı diye satılan kaymaklara krema katılarak özelliği kaybolan sütün maliyeti asgariye indirilmekte ve ancak krema katılmış süt kaymağı yapılabilmektedir. Günümüzde ki süt kaymaklarının % 90'ı krema karışımlıdır
c.Başka bir bakış açısıyla bakarsak .eğer bir günde 5 şubeli bir hipermarkete ortalama 20' şer kg süt kaymağı lazım olsa toplam 100 kg süt kaymağı için üretici tam 900 kg sütü değerlendiremeyeceğinden.size gelecek olan süt kaymağının krema karışımlı olduğunun anlayabilirsiniz
not: birkaç tanede olsa bu gercek süt kaymağını üretenlerinde olduğunu unutmamak lazım gercek süt kaymağı yada manda kaymağının lezzetini ve üreticilerini ayrı tutmamız lazım.
Krema Dayanıklılık Süresi
a.Kaymağın hammaddesi olan sütün yüksek ısılarda pastörize edilmemesi ve üretilen kaymağın soğuk şekillerde tutulmaması en büyük erken bozulma nedenidir.
b.Krema kaymağının dayanıklılık süresi muhafaza şartlarına görede birebir değişmekte olup genel olarak 10 gün kadar dayanıklılığını koruduğu bilinmektedir eğer krema kaymağınızı soğuk bir yerde yani -1 ve +4 derece arasında muhafaza ederseniz ve süt pastörizesi yapılmışsa dayanma süresini ve tazeliğini 20 güne kadar cıkartabilirsiniz krema kaymağı hava şartlarında değerlendiğinde kışın hava soğuk olduğu için 30 güne kadar bozulmadığı gözlemlenmiştir. fakat bunun tam tersi yaz aylarında bu kaymağın bozulma süresi 3 güne kadar inmiştir yazın havanın sıcak olması ve bu kaymağı satan market bakkal şarküteri vb satış yerlerinin elektrik tasarrufuna gitmek için dolablarını kapamaları sonucu kaymak 30 derecelere varan sıcakla karşı karşıya bırakılmakta ve bu nedenle dayanma süresi bu kadar kısaya inebilmektedir bir kaymağın 1 saat boyunca 10-30 derece arası sıcakta bırakılması bile kaymağın çok erken bozulmasına olanak sağlamaktadır.
c.Kimi müşterilerin bizim üretimimiz olan krema kaymağını kışın dayanma süresinin ve tazeliğinin uzun olması nedeniyle tebrik etmesinin yanı sıra yaz aylarında tam tersi bir şekilde erken bozulması ile ilgili şikayette bulunmasının nedenide yukarda yazılan elektrik tasarrufu ve kaymağın sıcakla temas ettirilmesidir. Yoksa kaymağın kışın farklı yazın farklı üretilmesi gibi bir durum olamaz.
Kaymak muhafaza şekilleri
a.kaymak muhafazası derece olarak -1 ve +4 derece soğuklukta saklanmalıdır alınan ve ambalajı açılan kaymak kullanıldıktan sonra sararmaması ve sertleşmemesi için ambalajı kapalı bir şekilde tutulmalıdır kaymağın sıcakla temas ettirilmemesi yada soğukta saklanması en iyi muhafaza şeklidir.
Kaymak tadı
a.Kahvaltı kaymağındaki tad olayı her kişinin damak zevkine göre değişmekte olduğu gözlenmiştir bazı yapılan denemelerde aynı kaymağı kimi şekerli kimi acı kimi tatsız bulmuştur genel olarak kaymak tatlı bir şeylerle tüketilidiği için tadı ayırt edilemezsede tatlı grubu ile çok iyi bir ikili olduğu belirlenmiş olup yalnız olarak tadını almak isteyenlere içilen normal süt tadında olduğunu söyleyebiliriz.
Kaymak Rengi
a.Kaymak hakkında halkımızın en çok yanılgıya düştüğü renk konusudur kimi insanlarımız sarı renkte olan kaymağın bozuk ,beyaz renkte olan kaymağın ise taze ve kullanılabilir olduğunu sanmaktadır oysa kaymağın sarı renk ve beyaz renkte olması taze ve bayat olmasını göstermez kaymağın sarı renkte olmasının nedeni,:yazın süt veren hayvanların dışarıda yani otlak yerlerde ve yeşillik yiyerek beslenmesi ve yeşillikle beslenen hayvanın sütünün sarı gelmesidir bunu tersi yani beyaz olmasının sebebi ise kışın dışarıda otlatılamayan hayvanların kapalı ortamlarda yem ile beslenmesi ve sütünün beyaz gelmesinden kaynaklanmaktadır.
b.Kimi firmalarda yazın dahi kaymağın beyaz çıktığı görülebilmektedir fakat bu beyazlık kullanılan beyazlatıcı ilaca bağlı olmasındandır.kullanılan beyazlatıcı ilacın sağlığa zararlı olmayan sağlık bakanlığından onaylı olması zorunludur.
Kaymağın İçeriği
a.Krema kaymağının içeriği en az % 65 krema ve % 35 süt ve muhafaza ilacı.
Not: Muhafaza ilacı sağlık bakanlığına uygun belirtilen ilaçtır.muhafaza ilaçları kaymak ömrünü artırmaya destek olup her firma tarafından kullanıma ve tercihe göre çeşitlilik ve marka olarak değişebilmektedir.
Tüketim Şekli
a.Krema kaymağı genel olarak sabahları kahvaltılarda tercih edilmekte olup tatlılarla tüketilmektedir krema kaymağı:bal,reçel,pekmez,fındık ezmesi,ve tüm tatlılarla birlikte tüketilmelidir sade yalnız kaymak yenilmesini tavsiye etmiyoruz.çünkü kaymak tatlı grubu ile kullanıldığında lezzet vermektedir.
Yararları
a.Kaymak bir kalsiyum deposudur kemikleri güçlendirir vücudu zinde tutar tereyağı ve benzeri margarin gibi katı yağlara göre hem daha az kalorili hemde % 65 yağ oranıyla daha hafiftir.
Ambalaj Şekilleri
100 GR ,150 GR ,200 GR,250 GR ,300 GR,400 GR,500 GR,1000 GR,2000 GR ,3000 GR , 4000 GR ,5000 GR olarak isteğe bağlı kilitli kapak kasede ya da tepsi olarak üretilip ambalajlanır.

Kaymak Fiyatları
Mesafenin uzaklığı ve firmalarının kar marjlarını düşük veya yüksek tutmasına göre değişmekte olup ortalama olarak kg fiyatı 8ytl ile 15 ytl olarak değişmektedir.

Müşteri Memnuniyeti ve Hakları
a.Cesay yağmur kaymak olarak tüm tüketici haklarına sonsuz saygılı olup tüm haklarınızı saklı tutmaktayız .
b.Eğer satın aldığınız kaymak ambalajı açık veya deforme olmuşsa değişim yapabilirsiniz.
c.Aldığınız kaymak ta son kullanma tarihi geçmiş ise kullanmadan yenisiyle değiştirebilirsiniz.
d.Tüm eleştri şikayet ve önerileriniz i paylaşacağınız müşteri memnuniyet hattını lütfen arayınız
e.İsteyen müşterilerimiz tesislerimizi ziyaret edebilmektedir.
f.Tüm haklarınız saklıdır müşteri memnuniyet hattı 0212 321 19 51 müşteri memnuniyet info@yagmurkaymak.com

29 Ocak 2010 Cuma

biyojen aminler

Biyojen aminler, amino asitlerin dekarboksilasyonu veya aldehit ve ketonların aminasyon ve transaminasyonu ile oluşan azotlu bileşiklerdir (15,26,35). Bu aminler, kimyasal olarak alifatik (putresin, kadaverin, spermin, spermidin), aromatik (tiramin, b-feniletilamin) veya heterosiklik (histamin, triptamin) yapıda olabilirler (32,35). Biyojen aminler, gıdalarda mikrobiyel enzimler tarafından spesifik serbest amino asitlerin dekarboksilasyonu sonucu meydana gelmektedir (4,7,17,30,45). Gıdalarda oluşan en önemli biyojen aminler histamin, tiramin, putresin, kadaverin, b-feniletilamin, triptamin, spermidin ve spermin olup, bu aminler sırasıyla histidin, tirozin, ornitin, lizin, fenil alanin, triptofan ve arginin amino asitlerinden dekarboksilazların etkisi ile oluşmaktadır (21,31,35,37). Spermin ve spermidin putresinden de meydana gelebilmektedir (21).
Biyojen aminlerin, vücutta önemli birçok biyolojik rolleri mevcuttur. Protein, hormon ve nükleik asit sentezinin ilk basamağını oluştururlar (19,26,32,35). Putresin, spermin, spermidin gibi poliaminler canlı hücrelerin vazgeçilmez bileşenleridir. Ayrıca poliaminler, bağırsaklardaki immunolojik sistemde ve normal ****bolik fonksiyonların aktivitesinin sürdürülmesinde de gereklidir (35).

Halk Sağlığı Açısından Biyojen Aminlerin Önemi

İnsan ve hayvanların biyolojik fonksiyonlarında önemli role sahip olan biyojen aminler, gıdalarla fazla miktarda alındıklarında toksik etkiler gösterebilirler (35,37). Genel olarak biyojen aminlerin neden olduğu en sık görülen toksik etkiler; ciddi başağrıları, hipo veya hipertansiyon, çeşitli alerjik reaksiyonlardır. Daha ciddi durumlarda, intracerebral hemoraji ve ölüm olayları da meydana gelebilmektedir (9).
Biyojen aminlerin neden olduğu zehirlenmelerden en sık görüleni histamin ve tiramin zehirlenmesidir (20). Histamin, balık, peynir, et ürünleri gibi gıdalarda tespit edilmiş en toksik amin (8) olup; etkisini, kardiovasküler sistem ve çeşitli salgı bezlerinin selüler membranlarında bulunan reseptörlere bağlanmak suretiyle gösterir (37). Histamin zehirlenmesinden (scombroid poisoning) en çok scombroidae familyasına (uskumru, ton balığı, torik vb.) ait balık türlerinin (15,16,45) sorumlu tutulmasına rağmen, bu familyaya ait olmayan türler (sardalya, hamsi, ringa) ve peynir de bu zehirlenmeye neden olabilmektedir (1,37). Histamin zehirlenmesinin, Amerika Birleşik Devletleri nde deniz ürünlerinin tüketimi ile en sık görülen hastalıklardan ilk üçü arasında bulunduğu bildirilmektedir (4). Toksik etkileri bireylerin intestinal fizyolojisine göre değişiklik gösterebilmesine rağmen en belirgin semptomlar, ürtiker, lokalize yanmalar, mide bulantısı, ciddi solunum zorlukları, baş ağrısı, hipotansiyon ve çarpıntıdır (20,30,37).
Tiramin zehirlenmesi, peynir reaksiyonu (cheese reaction) olarak adlandırılmaktadır (37,40). Tiramin, temel olarak sempatik sinir sistemine periferal vazokonstrüksiyon ile kan basıncını arttırarak, indirekt olarak etki eder. Peynirin, monoaminoksidaz inhibitör (MAOI) ilaçlarla tedavi gören hastalarda hipertensif rahatsızlıklara neden olan başlıca gıda olduğu bildirilmiştir (37). MAOI ilaçların kullanımı, detoksifikasyon sistemini inhibe ettiği için yüksek konsantrasyonda presser amin (örneğin tiramin), başta hipertansiyon krizi oluşturmak üzere kana geçer (30,37,45). Bu nedenle, tiramin, triptamin ve b-feniletilamin presser amin olarak adlandırılmaktadır.
Putresin, kadaverin gibi diaminler ise nitritlerle reaksiyona girme yatkınlıkları ve potansiyel karsinojen nitrozaminler oluşumu nedeniyle, mutajenik öncül maddeler olarak değerlendirilmektedir (7,17,28,30). Bu aminler, ısıyla nitrozopirolidin ve nitrozopiperidin meydana getirerek, pirolidin ve piperidine dönüşür (28,37). Bu yüzden pişirme (kızartma), serbest nitrozamin bulunan çiğ üründe, bunların oluşumunu arttırmaktadır. En bilinen karsinojenik nitrozaminleri oluşturan diğer aminler, agmatin ve poliaminlerden spermin ve spermidindir. Bunlar, en çok balık, et ve sebze ürünlerinde bulunmaktadır. Gıdada bir kez amin oluşumu meydana geldikten sonra onu imha etmek oldukça güçtür (35). Yüksek sıcaklık uygulamalarının gıdalarda mevcut biyojen aminler üzerine önemli bir azalma göstermediği bulunmuştur (37).
İnsan vücudu, biyojen aminlerin neden olduğu çeşitli toksik etkilerin ortaya çıkmasını önleyen kuvvetli bir detoksifikasyon sistemine sahiptir. Bu detoksifikasyon sistemi monoaminoksidaz (MAO), diaminoksidaz (DAO) ve histamin-N-metil transferaz (HNMT) dan oluşmaktadır (21,33,35). Normal şartlarda, gıdalarla alınan biyojen aminler, bu enzimler ile toksik olmayan ürünlere çevrilir. Fakat, yüksek miktarlarda biyojen aminlerin alınması, detoksifikasyon ****bolizmasının çeşitli farmakolojik ajanlar (sıtma tedavisi ilaçları, antidepresif etkili ilaçlar vb.) ile inhibe edilmesi, genetik olarak detoksifikasyon enzimlerinin eksikliği, gastrointestinal rahatsızlıklar, alkol alımı (18,25) gibi nedenlerden dolayı detoksifikasyonun yapılamaması sonucu, gıda zehirlenmeleri ortaya çıkabilmektedir (19,35). Ayrıca, gıdalarda biyojen aminlerin bir arada bulunuşunun da toksik etkilerin ortaya çıkmasında önemi büyüktür. Tiramin MAO, triptamin DAO, b-feniletilamin, DAO ve HNMT enzimlerini inhibe etmektedir (30). Spermin ve spermidin ise gastrointestinal duvardan histamin geçişini arttırmaktadır (37).
Biyojen aminlerin neden olduğu çeşitli toksik etkilerin ortaya çıkması, bireysel farklılıklara, gıdalarla alınan biyojen aminlerin türüne, aminlerin bir arada bulunuşuna bağlı olarak değişebildiğinden toksik doz miktarları için farklı değerler bildirilmiştir. Bir öğünde, 40 mg ın üzerinde biyojen amin alınması, potansiyel toksik olarak değerlendirilmektedir (37). Gıdada, 1000 mg/kg oranında amin bulunmasının ise sağlık açısından dikkate değer bir risk olduğu bildirilmektedir (35).

25 Ocak 2010 Pazartesi

peynirler hakkında

Peynir, çok büyük bir çeşitlilikteki aroma, tat, yapı ve şekle sahip bir grup fermente süt ürünü için kullanılan genel isimdir.
Peynir, kelimesi modern Türkçe'ye Farsça sütten yapılmış manasına gelen panīrİngilizce'ye ise Latince caseus dan gelmiştir. Bu kelimenin kökeninin Hint-Avrupa dillerinde yeralan mayalanmak-ekşimek manasına gelen kwat- kökünden geçtiği düşünülmektedir. Bu kelime diğer Cermen dillerinde de muhafaza edilmiştir. İspanyolca ve Portekizce de Latinceden almışlardır ve Malezya ve Endonezya da konuşulan dillere de keşifler vasıtasıyla geçirmişlerdir.
Fransızca, İtalyanca ve Katalanca'ya ise yine aynı kökenden gelmiş olmasına ragmen, Romalılar tarafından askerlerin tüketimi için yapılan caseus formatus (kalıp peyniri) sözünün ikinci parçası olan kalıp manasına gelen formatus'dan türeyen kelimeler kullanılmaya başlanmıştır.

Tarihi

Türkçe'de Etimolojik Kökeni

Peynir kelimesi Türkçe'ye Farsça'dan gelmiştir. İlk kez Memluk Türkçesi'nde benir, penir, beynir olarak geçmiştir. Yazılı olarak en eski öz türkçe karşılığı ise Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan Dîvânü Lugati’t-Türk kitabında geçmektedir; udma ve udhıtma. [1] Udhıtmak Uygur Türkçesi'nde uyutmak anlamındadır, ve Udhıtma udhıttı, sütü uyutmak, uyumuş süt, peynir anlamında kullanılmıştır. Farklı Türk lehçelerinde farklı kelimeler kullanılmıştır: ağrımışık, sogut (Karluk), kurut, kesük, çökelek, bışlak.



Kökeni

Peynir kökenleri insanlık kadar eskiye dayanan bir yiyecektir. Ne kadar eskiye dayandığına dair kesin bilgi olmasa da, olası çıkış noktaları Orta Asya, Orta Doğu ya da Avrupa olarak tahmin edilmektedir. Yaygınlaşmasının Roma İmparatorluğu zamanlarında olduğu düşünülür.

İlk üretimi için önerilen tarih M.Ö. 8. binyıl (koyunun evcilleşitirildiği tarih) ile 9. binyıla kadar değişir. İlk peynirin Orta Doğu insanları ve Orta Asya göçebe Türkleri tarafından yapıldığı düşünülmektedir. O zamanlar yiyecekleri saklayıcı özelliği nedeniyle hayvanın derisi ya da iç organları kullanılmaktaydı. Bu iç organlardan olan midede (işkembe) saklanan sütün buradaki enzimlerle (kültürle) mayalanması üzerine lor haline gelmesi peynirin ilk oluşumu hakkındaki teorilerden biridir. Buna benzer bir hikayenin, bir tüccar Arap'ın peynir saklaması hakkında da farklı söylenişleri vardır.

Bir başka teori ise, peynir üreticiliğinin sütü tuzlamak ve basınç altında tutmak sonucu olduğudur. Hayvan midesinde bekletilen sütün değişimi üzerine de bu karışıma kasıtlı olarak maya eklenmiş olabilir.
Peynir yapıcılığı ile ilgili ilk yazılı kaynak M.Ö. 2000'li yıllara, Mısır'daki mezar yazıtlarına dayanmaktadır.[4] Antik zamanlarda yapılan peynirin ekşi ve tuzlu olduğu ve günümüz feta ve beyaz peynire benzediği tahmin edilmektedir.

Avrupa'daki peynir üretiminde ise iklimden dolayı daha az tuz kullanımaktadır. Daha az tuzlu ortamda daha çeşitli faydalı mikrop ve enzim yetişebilmesinden dolayı bu peynirler farklı ve ilginç tatlar içerirler.
Kaynak: Delinetciler Paylaşım Forumu http://www.delinetciler.net/forum/afiyet-olsun/58613-peynir-cesitleri-peynir-nasil-yapilir.html

Peynir nasıl yapılır





Peynir İmalathanesi


Peynir, süt proteini kazeinin peynir mayası ve/veya peynir kültürü ile pıhtılaştırılması ve bu pıhtıdan peynir suyunun ayrılmasıyla elde edilen fermente bir süt ürünüdür. Peynir suyu ayrıldıktan sonra tuzlu peynirler için tuzlama aşamasına gelinmektedir. Tuzlama, peynirin yüzeyine kuru tuzlama şeklinde veya peynir salamuraya daldırılarak yapılabilir.
Takip eden basamak olgunlaştırmadır; peynir taze olarak tüketilebileceği gibi belirli bir olgunlaştırma periyodunu takiben de tüketilebilmektedir.
Yukarıdaki üretim basamaklarına ait teknik parametrelere bağlı olarak çok geniş bir çeşitlilikte peynirler elde edilmektedir.
Diğer fermente süt ürünleri gibi peynir de canlıdır. Raf ömrü boyunca peynirin duyusal, yapısal ve kimyasal özelliklerinde çeşitli değişiklikler görülebilmektedir. Bu değişikliklerin minimumda tutulması için peynirlerin genel olarak 6-8°C’lik sıcaklıklarda tutulması gereklidir.
Soğuk iklimlerde yaşayanlar için, sıcaklığı 6-8°C civarında bulunan, nem oranı sabit ve havadar kilerler peynir saklamak için idealdir. Ancak şehirde bu imkan yoktur. Bu nedenle peynirler evde buzdolabının alt raflarında ve kapalı şekilde muhafaza edilmelidir.


Ardahan Peyniri: Küflü Peynir, yukarıda tarif edildiği gibi yapılan taze peynir, parçalara ayrıldıktan sonra kısa bir süre kuruması için havadar bir yerde bekletilir.Sonra tuzlanır ve iyice ufalanır(iyice küçük parçalara ayrılır) Süt buzağısı, keçi veya koyun lardan tulum çıkarılan derileri iyice kurutulur. Öyleki deri hayvan eti kokmamalıdır. Parçalanıp tuzlanan peynir deri içine doldurulur. hava boşlukları kalmaması için TOKAÇ adı verilen ağaç sopalarla iyice sıkıştırılır(tepilir) Yaklaşık 2.5 3 aylık bir dinlendirilme döneminden sonra deri ağzından açıldığı zaman yer yer yeşil, yer yer sarımtırak rengini almış peynir afiyetle yenir.
Peynir çeşitleri

Türkiye'de tüketimi en yaygın olan peynirler, beyaz peynir deri peyniri ve kaşar peyniri olmakla birlikte, yöresel peynirler yönünden de hayli çeşitlilik gösterir. Bunlardan bazıları:

•Krem peyniri
•Posof çeçil peyniri
•Küflü Ardahan deri peyniri
•Kars kaşarı
•Tunceli tulum peyniri ve çökeleği
•Mihaliç (kelle) peyniri
•Keçi peyniri
•Ezine peyniri
•Erzincan tulum (şakak) peyniri
•İzmir tulum peyniri
•Van Otlu peyniri
•Lor
•Urfa beyaz peyniri
•Dil peyniri
•Maraş peyniri
•Çerkez peyniri
•Hellim
•Abaza peynirleri
•Civil (tel) peynir
•Çökelek
•Yozgat çanak peyniri
•Külek peyniri
•Hatay cara (testi) peyniri
•Örgü peyniri
•Çeçil peyniri
•Golot peyniri

24 Ocak 2010 Pazar

biranın 10 tane faydası

Yapılan araştırmalar günün bütün yorgunluğundan sonra bir bardak bira içmenin sağlığınız açısından yararlı olduğunu ortaya koyuyor. İşte size makul ölçülerde içerseniz sağlık getiren biranın 10 yararı...




Makul ölçülerde bira tüketmek vücudu mide kanseri ve ülserden koruyor. Mideyi 'helicobacter pylori' isimli mikroba karşı savunuyor.

Araştırmalar 'bira göbeği' tezini çürüttü. Bel bölgesindeki yağlanmayla bira arasında herhangi bir bağlantı yok.

Hergün düzenli bir bira bardak bira içenlerde Tip 2 diyabet riski azalıyor.




Kötü huylu kolesterolünüzü düşürmeye yardımcı oluyor ve göğüs kanserine karşı da oldukça etkili bir
savaşçı.

B6 yönünden oldukça zengin bir içecek olduğu için kalbiniz açısından da yararlı bir içecek. Kalp krizi riskini azaltarak kanınızın daha akışkan olmasını sağlıyor.

Finlandiya'da yapılan bir araştırma hergün düzenli içilen biranın böbrek taşı oluşma olasılığını yüzde 40 azalttığını ortaya koydu.

Kolesterolünüzü düşürüyor. B grubu vitaminleri yönünden oldukça zengin. Lifli gıdalardan almanız gereken ihtiyacın yüzde 20'sini bir bardak bira karşılıyor. Bir büyük bardakta toplam 200 kalori bulunuyor.




50 yaş üstünde oluşabilecek bunama gibi problemleri yüzde 42 oranında azaltıyor. Fakat eğer ağır içiciyseniz bu risk yine artıyor.

Dark biralar normal biradan daha fazla katarakt veya yaşla ilgili göz problemlerine karşı gözü koruyacak antioksidanlar içeriyor.

22 Ocak 2010 Cuma

kola nedir nedegildir??????

Kola Nedir Zararı Yararları

Kola içtikten sonra vücüdumuzda olanlar

İlk 10 dakika
10 çay kaşığı şeker almış vücudunuza girer (Günlük almanız gereken şeker miktarının tamamı kadar). Fosforik asit tat alma duyunuzu keser ve aşırı şeker yüklemesinden dolayı kusmanızı engeller.

20 dakika
Kan şekerinizde ani bir yükselme olur yüksek miktarda insülin patlamasına neden olur. Karaciğeriniz vucudunuzdaki şekeri yağa çevirerek buna bir yanıt verir. Bu sadece bir kaç dakika içinde olur

40 dakika
Kafein absorbsiyonu tamamlanır. Göz bebeklerniz büyür. kan basıncınız yükselir karaciğeriniz kana daha fazla şeker pompalamaya başlar. Beyninizdeki adenozin reseptörleri rehaveti önlemek için bloke olur.

45 dakika
Beyninizde dopamin salgısı artar. Bu tıpkı eroinin vücuttta yaptığı tepkimelere benzer.

60 dakika
Kafeinin diüretik özellikleri baş gösterir (tuvalet ihtiyacı).Buda vücutta depolanmış kalsiyum magnezyum ve çinkonun da beraberde dışarı atılması demek.

Bir süre sonra şeker ihtiyacını tekrar duymaya başlayacaksınız kendinizi halsiz ve bitkin hissedeceksiniz. Vucüdunuzda kola ile alığınız bütün su tekrar dışarı atıldığı için sussuzluğunuz tekrar hissedeceksiniz. Şekeri ihtiyacını takiben kafein isteğide başlayacak

21 Ocak 2010 Perşembe

SÜTÜN KISACA FAYDALARI


Süt, başta gelişme çağındaki çocuklar olmak üzere, 7'den 70'e herkesin vücudu için lüzumlu olan bütün besinleri dengeli olarak içinde bulunduran, vazgeçilmez tek besin kaynağıdır.

Süt, büyüme ve gelişmenin temel yapı taşlarını içerir. Vücudun birçok hayati fonksiyonunu sağlayan kalp, sinir ve kas hücreleri için gerekli unsurlara sahiptir. Sütte, kalsiyumun yanı sıra, potasyum, fosfor ve protein bulunur.

Süt, hücre dokularının oluşmasında, yıpranan kısımların yenilenmesinde önemli rol alırken, uzun ve sağlıklı bir hayat için ideal bir besindir.

Bilhassa, 2 yaşın altındaki çocuklara tam yağlı süt verilmelidir.

Faydaları saymakla bitmeyen sütün veya sütten yapılan yiyeceklerin günde en az yarım litre tüketilmesi gerekmektedir. Ancak Türkiye'de, kişi başına yıllık süt tüketimi, sadece 5-6 litre düzeyindedir. Dünya yıllık süt tüketimi ortalaması ise 18-20 litredir. Yıllık süt tüketimi, AB ülkelerinde 80-90 litre, ABD'de ise 120 litreye kadar çıkmaktadır.

Yarım kilo süt, günlük ihtiyacımız olan; kalsiyumun % 75'ini, fosforun % 60'ını, iyotun % 25'ini, B2 ve B12 vitaminlerinin % 77’sini, C vitamininin % 15'ini, A vitamininin % 23'ünü, D vitamininin ise % 16'sını karşılar.

Dengeli ve sağlıklı beslenmenin en temel öğelerinden birisi olan sütün diğer bazı faydaları şöyle özetlenebilir:

-Büyüme ve gelişmeyi sağlar,

-Dişleri korur ve çürükleri önler. Yemek arası içecek olarak dişleri de korur,

-Hücre ve doku oluşumunda rol alır,

-Saç ve tırnak oluşumunda rol alır,

-Yağsız süt, kolesterolü düşürür,

-A, B, C, D, E, K vitaminlerni içerir,

-Yaraların çabuk kapanmasını sağlar,

-Kanın çabuk pıhtılaşmasını sağlar,

-Kasları güçlendirir,

-Hücreleri onarır,

-Kemikleri sertleştirir,

-Kronik bronşiti önler,

-Kemik erimesini önler (yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak kemiklerdeki kalsiyum ve proteini hızlı kaybederiz. Böylece kemikler yavaş yavaş kuvvetini kaybedip, daha kırılgan hale gelir),

-Beynin gelişmesi ile çalışmasında faydalıdır

20 Ocak 2010 Çarşamba

SUYUN CANLILAR İÇİN ÖNEMİ


SUYUN CANLILAR İÇİN ÖNEMİ

Hava, su, ısı, ışık ve besin maddeleri canlıların yaşaması için gerekli temel unsurlardır. Bu unsurların başında oksijen ve su gelmektedir. Canlı organizmayı oluşturan hücrelerin yaşam faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için suya gereksinimleri vardır. Su yaşam için en zorunlu maddelerden birisidir. Susuzluğa dayanmak oldukça zordur. İnsan gıda almadan yalnız su içerek yaklaşık 5 hafta hayatını sürdürebildiği, halde susuzluğa ancak 7-12 gün dayanır. Henüz hayatın başlangıcında olan üç aylık bir fötusun %95'i sudur. İnsan organizmasının %62-67'si, hayvan organizmasının %60- 70'i sudan ibarettir. İnsan organizmasındaki suyun 2/3'ü hücre içerisinde, geriye kalan kısmı ise dokular arası sıvıda ve kanda bulunur. Kimyasal formülü H2O'dur, ağırlıkça %11,1 Hidrojen ve %88,9 Oksijenden meydana gelir. Su molekülünde iki hidrojen atomunun aynı tarafta bulunması pozitif yüklü olmasına neden olur, oksijen atomu da negatif yüklüdür. Periyodik cetvelde oksijene benzer diğer maddelerin dihidrürlerinden farklıdır. Atmosferik basınç ve oda sıcaklığında (25°C) daha ağır moleküller (H2S, H2Se ) gaz halindeyken, H2O sıvı halde bulunur. 100°C'ye çıkarıldığında gazlaşır. Su daha yoğundur, dielektrik sabiti ve yüzey gerilimi yüksektir. Donma noktası ise düşük olup, donduğunda daha az yoğun haldedir. Saf su renksiz, kokusuz ve tatsız bir sıvıdır, 0°C'de donarak katı faza geçer .

Su hijyeni, yalnız içme için kullanılan suyun nitelikleri ile meşgul olmaz. Aynı zamanda yıkama mutfak ve ev işlerinde kullanılacak suların niteliklerinin tespiti, su kirlenmesinin önlenmesi ve suların dezenfeksiyonu işleri ile de ilgilidir. Toplumun içme ve kullanma (Yemek yapma, temizlik ve benzeri) gereksinimleri için kullandığı şehir şebekeleri, kuyu, çeşme ve gene aynı amaçlarla kullanmak üzere teknik metotlarla tasfiye edilmiş dere,nehir ve göl suları içilebilir su olarak tanımlanır. İçme ve çeşitli maksatlarla kullanılan ve insan sağlığı ile çok yakından ilişkisi olan ve kısaca içme, kullanma suyu adı verilen suyun hepsi "ALİMENTASYON SUYU" olarak adlandırılır. Bu suyun miktarı kent ve köylerin nüfusuna, bağlı olarak günde insan başına en az 150 litre olarak hesap edilir.


Su gereksinimi

İnsan organizmasının %60-70'i sudur. Bu suyun 2/3'ü hücreler içerisinde geriye kalan kısmı dokular arası sıvıda ve kanda bulunur. Proteinlerden zengin gıdaların bol olarak yenilmesi halinde de proteinlerin parçalanma ürünü olan üre idrarla atıldığından idrar miktarı çoğalmakta ve bu yoldan su kaybı artınca, suya duyulan gereksinim de yükselmektedir. İnsan fizyolojik gereksinimi olan suyu her gün muntazam olarak karşılamak zorundadır. Bunun yaklaşık %50'sini içeceklerden, %35'ini yiyeceklerden ve %15'ini de oksidasyon suyu olarak vücuttaki gıdaların yakılmasından sağlar.

Genellikle su gereksinimi günlük 2500-3000 kaloriye karşılık her bir kalori için 1 lt hesabı ile 2. 5-3 litre olarak hesaplanır. Yaşama payı su gereksinimi için daha yaklaşık bir değer elde etmek için aşağıda verilen yüzölçümü ve kalori gereksinimi formülü kullanılır. Bunun için önce atılan en az su miktarını bilmek gerekir.
Erişkin bir insanın günlük minimum su kaybı

Kaynak Su ml
İdrar 400 Y
Dışkı 30 Y
Bazal ekstra renal 250 Y
Egzersiz 1,73 x 0.4 P


Su gereksinimi ml = (400 +30 + 250)Y + 1,73 x 0,4 P
Y= Vücut yüzölçümü m²
P = Bazal enerji gereksiniminden fazla alınan enerji
Yüzölçümü m² = 0,12 A(.66)
Enerji = 70 A(.75)

70 kilogram ağırlığında bir insan günde 3000 K. kal metabolik enerji tüketiyorsa günlük su gereksinimi:
Su gereksinimi ml = (400 +30 + 250) 0,12x70 (.66) + 1,73 x 0,40 (3000-70x70(.75) )
= 1346 +904 =2250 ml

Proteinlerden zengin gıdaların bol olarak yenilmesi halinde de proteinlerin parçalanma ürünü olan üre idrarla atıldığından idrar miktarı çoğalmakta ve bu yoldan su kaybı artınca suya duyulan gereksinim de yükselmektedir. İnsan fizyolojik gereksinimi olan suyu her gün muntazam olarak karşılamak zorundadır. Bunun yaklaşık %50'sini içeceklerden, %35'ini yiyeceklerden ve %15'ini de oksidasyon suyu olarak vücuttaki gıdaların yakılmasından sağlar.
Tablo .Günlük sıvı gereksinimi

Yaş Ağırlık(kg) Total sıvı (ml) ml/kg/24 saat
3 gün 3.0 250- 300 80-100
3 gün 5.4 750- 850 140-160
1 yaş 9.5 1150-1300 120-135
2 yaş 11.8 1350-1500 115-125
4 yaş 16.2 1600-1800 100-110
6 yaş 20.0 1800-2000 90-100
10 yaş 28.7 2000-2500 70- 50
14 yaş 45.0 2200-2700 50- 60


Organizmanın su kaynakları

Organizmanın gereksinimi olan su başlıca 3 kaynaktan gelir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi içme suyudur. İkinci kaynak diyeti oluşturan besin maddelerinin bileşimindeki sudur. Bu iki kaynak dışında üçüncü kaynak ise organizmada hidrojen kapsayan besin maddelerinin metabolizması sırasında bunların oksidasyonu ile meydana gelen metabolik sudur. Bu oksidasyonda yaklaşık olarak, rasyonun metabolik enerjisinin her 100 Kkal'si için 10-14 gram su oluşur. Besin maddesinin oksidasyonu ile oluşan metabolik su miktarının nasıl saptandığını bir monosakkaritten oluşan metabolik suyu örnek vererek açıklayalım:

C6H12O6 Ž6CO2 + 6H2O

Monosakkaritin molekül ağırlığı 180 ve 6 molekül suyun ise 6 x18 =108 gram olduğuna göre; 100 gram karbonhidrattan 108 x100 / 180 = 60 gram metabolik su oluşur.

Hidrojen içeren ve oksidasyona uğrayan üç besin öğesinden (karbonhidrat, protein ve yağ) oluşabilecek metabolik su miktarları tabloda gösterilmiştir.

Besin öğelerinin içerdiği metabolik su miktarları
Besin öğesi Metabolik
su/gr. Besin Mad. Enerjisi
ME Kkal/100 gr. 100 Kkal ME
karşılığı su, gr.
Karbonhidrat 60 400 15,0
Protein 42 460 10,5
Yağ 100 900 11,1

Su kaybının insan organizmasına etkileri
Su kaybı
% 1-1,5 % 6-7 % 11-12


Susuzluk Baş ağrısı Kramplar

Harekette düzensizlik Soluk almada güçlük Yutkunma zorluğu, dilin şişmesi
İştahsızlık Kan volümünün değişmesi Görme ve duyma zorluğu
Rektal ısıda artma, deri kızarması Konuşma zorluğu Ateş
Sabırsızlık, yorgunluk Hatırlamada güçlük Duyarlılıkta azalma
Kalp atımında artma Kan yoğunluğunda artma Yaşamın sonlanması

Susuzluğun derecesine göre organizmada çeşitli olaylar şekillenir. Kandaki su normalin %3' ünden daha fazla eksilirse böbrekler metabolizma artıklarını geçiremeyecek hale gelir. İnsan organizmasında 2 litre su çıkması halsizlik, 3 litre su kaybı belirgin bir düşkünlük nedeni ve 4 litre su kaybı tehlikenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Organizmadaki suyun % 11-12'sinin kaybı ise ölüme neden olmaktadır. Susuzluktan ölüm, kan yoğunluğunun fazlalaşması (Kanda 3-4 litre kadar su vardır) nedeniyle ince damarlarda dolaşımın durması sonucu asfeksiyle şekillenir. Hayvansal organizma, bileşimindeki glikoz ve yağın tamamını, proteinin %50'sini kaybetmesine rağmen yaşamaya devam ettiği halde suyun %20'sini kaybettiğinde ölmektedir.


Suyun organizmadan atılması

Metabolik olaylar sonucu oluşan artıklar insan organizmadan değişik yollarla atılmaktadır.
a. İdrar ile: Alınan suyun % 60'ı idrar ile atılmaktadır. Su idrarla bu yolla atılan atık maddeler için eritici olarak görev yapmaktadır. Yetişkin bir insan günde 1000-1500 ml suyu bu yolla kaybeder.
b. Dışkı ile: Bu yolla, alınan suyun % 5'i atılmaktadır.

c. Deri ile: Organizmadaki suyun % 20'si buharlaşma ve terleme ile atılmaktadır. Ter vücut sıvılarına oranla hipotoniktir. Terin iyonik bileşimi şahıstan şahısa değiştiği gibi terlemenin azlığına çokluğuna şahsın aklimatize olup olmadığına göre değişir. Terin miktarı da etkilidir. Terle birlikte vücuttan; su, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum gibi minarellerde kaybolmaktadır. Dayanıklılık çalışmalarında, uzun süren egzersizlerde ve sıcak iklimlerde mineral kaybı artmaktadır.örn: bir futbol maçında terleme ile ortalama 1-4lt. su / her litre için tuz kaybı 1,5 g Maraton-kayak kros, bisiklet v.b. sodyumla beraber potasyum- mg kaybı da olmaktadır.

d. Akciğerler ile: Her gün buhar şeklinde 400-500 ml su organizmadan dışarıya atılmaktadır.
Sonuçta bütün bu yollarla insan Her gün yaklaşık 2. 5-3 litre suyu dışarı atmaktadır. Atılan bu su tekrar vücuda alınmaz ise ilk düzensizlik susuzluk hissi ile ortaya çıkacak olan tükürük sekresyonunun durmasına ve farenks mukozalarının kurumasına neden olan ozmatik kan basıncını artması olacaktır.

Su kaynakları
Su ile sağlığın ilişkisi çok sıkıdır. Bu nedenle hijyenik niteliklere sahip temiz bir su hakkında yargıda bulunabilmek ve gerekli nitelikleri iyice değerlendirebilmek için suyun kaynağının önceden iyi tanınması gerekir. Doğada daima bir devir halinde bulunan su denizlerden, göllerden ve benzeri yüzeylerden güneş ısısı ile buharlaşarak havaya karışır. Daha sonra değişik meteorolojik şekillerde tekrar toprağa düşer buna hidrolojik devir denir. Dünyamızdaki suyun ise %97'si denizlerde, %2'si kutuplarda donmuş halde, %1'i de karada yani toprak parçasında bulunmaktadır. Yer yüzündeki bu su zaman zaman buharlaşarak atmosferdeki soğuk tabakalara ulaşır ve yere yağmur veya kar halinde tekrar düşer. Toprak yüzeyine yağmur, kar, dolu şeklinde düşen su damlacıkları:

*tekrar buharlaşma ile atmosfere döner,
*bitkiler tarafından beslenme için alıkonulur.
*diğer önemli bir kısmı da yeryüzünün o bölgesindeki jeolojik oluşuma göre yer altı ve yerüstü sularını oluşturur.

Su kaynakları 3 ana başlık altında incelenebilir.
Suyun insan sağlığı açısından önemi
Suyun insan sağlığını olumsuz yönden etkilemesinin nedenlerini iki başlıkta toplanabilir.

A-Zararlı biyolojik etkenlerin bulunması
B-Endüstri artıklarından doğan kimyasal yada radyoaktif kirleticilerin bulunması.

Sularda bulunabilen ve insan sağlığı açısından zararlı biyolojik etkenler arasında patojen bakteriler, virüsler ve parazitler gelmektedir. Suların neden olduğu enfeksiyöz etkenler, hastalar ve portörler tarafından çevreye yayılmaktadır. Yörenin coğrafi konumu, alt yapı tesisleri, atık maddelerin gördüğü işlem,toplumun sosyo-ekonomik yapısı gibi birçok faktöre bağlı olarak, patojen bakteriler ve diğer mikroorganizmalar dışkı ve benzeri yollarla sulara ulaşır. İçme suyu, oral-fekal enfeksiyon zincirinin en önemli halkasıdır. Suyla geçen enfeksiyonların önüne geçilmesi büyük ölçüde suyun bakteriyel kirliliğinin önlenmesi suyun dezenfekte edilmesi ile olasıdır . Bilim adamları ve sağlık kuruluşları temiz su elde etmek için çalışmakta, su standartları geliştirmekte, içilebilir ve kullanılabilir özellikte olan sular için belirli kriterler ortaya koymaktadır. Türkiye ' de gıda tüzüğü ve su ile ilgili standartlarda suların içilebilirliğine koliform grubu bakterilerin varlığı/yokluğu esasına göre karar verilmektedir.


Suyun doğal mikroflorası

Suda bulunan mikroorganizmaları üç grupta toplayabiliriz.
a- Suda doğal olarak bulunan canlıların mikroorganizmaları :Spirillum, Vibrio, Pseudomanas, Achromobacter, Chromobacter türleri ile Micrococcus ve Sarcina'nın bazı türleri. Bu bakterilerin optimum üreme ısları 25°C veya daha azdır.
b- Toprakta yaşayan mikroorganizmalar : Toprağın yıkanması sonucu suya karışırlar. Bunlar; Bacillus Streptomyces ve Enterobacteriacea'nın saprofit üyeleridir. Bunlarında optimum üreme ısıları 25°C veya daha azdır.
c- Normal olarak insan ve hayvanların bağırsaklarında bulunanlar : Başlıcaları; Esherichia coli Streptococcus faecalis Clostridium perfiringens ve muhtemelen bağırsak patojenleridir. ( Salmonella ve Vibrio comma gibi )


Su ile bulaşan önemli mikroorganizmalar

Tehlikeli su epidemilerine neden olabilen Salmonellalar, Vibriolar, Shigellalar Anthrax, Burcellose, Ruam, ve diğer birçok patojen bakteriler ve virüsler portörlerin dışkıları ile sulara karışabilir. Su ile yayılan salgınlara su epidemileri denir. Başlıcaları kolera,tifo,dizanteri ve enfeksiyöz hepatitistir.

Salmonella: Genellikle mide krampları ve diyare ile birlikte akut gastroenteritidisi içerir.S.typhi'nin neden olduğu tifo en bilinen etkendir. S.typhi dışkı ve idrarla atılmaktadır. Suda yaşaması değişken olup düşük sıcaklık ve bol besin koşulları uygun bir ortam oluşturur.

Shigella: Basilli dizanteri olarak da adlandırılmaktadır. Etken dışkı ile atılmaktadır. Çoğunlukla akut diyareye neden olur. Shigelliasis sudan kaynaklanan salgınlara neden olmasına karşın tifo'dan daha az rastlanır.

Vibrio cholerae: Diyare, kusma, hızlı su kaybı, kan basıncının azalması, düşük vücut sıcaklığı ile karakterizedir. Hastalık hasta kişilerin dışkıları ile yayılır. Yüzeysel sularda bu bakterinin yaşama süresi 1 saatten 13 güne kadar değişmektedir. Kolera salgınları genelde şebeke sularının kirlenmesiyle ortaya çıkar.

Enteropatojenik E.Coli: Atık sularda bol miktarda bulunan bu bakterinin patojenik türü diyareye neden olmaktadır.

Leptospira: Leptospirosis'e neden olan bu bakteri kan dolaşımına derideki sıyrıklardan veya mukozadan girmekte börek,karaciğer ve merkezi sinir sistemini etkileyen akut enfeksiyonlara neden olmaktadır. Bu bakteri idrarla atılır. Suda yaşama süresi bir kaç günden 3 haftaya kadar değişir.

Tularemia: Tularemia'ya Francisella tularensis ,pasteurella tularensis adı verilen bakteriler neden olmaktadır. Leptospira'da olduğu gibi etken kan dolaşımına deri sıyrıkları ve mukozalar yoluyla girmekte; üşüme, ateş, lenf düğümlerinde şişme ve halsizlik gibi durumlarla ortaya çıkmaktadır. Hastalık; dışkı, idrar ve hasta hayvan ölülerinin su kaynaklarını kirletmesi sonucu yayılmaktadır. Bu mikroorganizmaların suda yaşama süreleri düşük sıcaklıklarda uzamaktadır.

Tüberküloz: Su ile tüberküloz yayılması pek yaygın değildir. Tüberküloz basilinin suda yaşama süresi birkaç hafta olabilmekte düşük ısı yüksek organik besin derişimi elverişli koşullar oluşturmaktadır.
Viral patojenler

Enfektif hepatitis: Sarılık olarak bilinen bu hastalık genellikle su ile yayılmakta ve diğer kirlilik etkenleri ile bir arada bulunmaktadır.

Polimyelitis : Çocuk felcinin kirli sularla da yayıldığı bildirilmektedir. Temelde kişiden kişiye temasla bulaşmasına karşın kirli sularla da bulaşma bildirilmiştir.

Protozoal hastalıklar
Bazı protozoa türleri normal olarak insan da dahil olmak üzere sıcak kanlı hayvanların bağırsaklarında yaşamaktadırlar. Bu protozoa türlerinin büyük bir kısmı insanlar için tamamen zararsız olup sağlıklı ve hasta insanların dışkılarında sürekli olarak bulunurlar. Ancak bazı protozoa'lar patojendir.

Entameoba histolika: Amebiosis'e neden olan bu protozoon dışkı ile kistler halinde atıldığından suda uzun süre kalabilir. Protozoa bağırsak çeperinde delik aşar ve bazı durumlarda bağırsakta çatlamaya neden olur.

Naegleria gruberi: Amibin patojen cinsi olan N.gruberi menenjit'e neden olmaktadır. Patojen vücuda burundan girmekte, daha sonra beyine,omurilik sıvısına ve kan dolaşımına ulaşmaktadır. Semptomlar su ile temas edildikten 4-7 gün sonra görülmeye başlar. Ölüm genellikle semptomlar görüldükten 4-5 gün sonra şekillenir. Hastalık kirli sularda yüzme ile geçer.